Bölüm 1: Ankara - Hatay/Hassa
“Deprem sarsar, cehalet yıkar”
6 Şubat’ta saat 5 sularında İzmir’den gelen bir telefonla uyandım. Arkadaşım, depremi öğrendikten sonra Ankara’da etkisi olup olmadığını öğrenmek için aramış. Kalkıp haberleri açtıktan sonra ilk haber girişimi yaptım. Korkuyla gelen ajans haberlerini takip ettim. Yıkımın etkisiyle ilgili görüşleri izlerken bir depremin daha meydana geldiği bilgisini aldım. İlk gün bölgede yük olmamak için gitmenin iyi bir fikir olmadığını düşündüm. Ancak ikinci günde dahi destek ulaşmayan çok yer olduğu bilgisine ulaşınca dayanamadım ve muhabir arkadaşımla birlikte yola çıktık. 8 Şubat’ı 9 Şubat’a bağlayan gece, deprem bölgesine ihtiyaç listesini belirlemek ve bölgede yaşananlara tanıklık etmek için Ankara’dan Hatay’a doğru yola çıkmak üzere hazırlandık. Hatay ve Adıyaman’a desteğin az olduğu bilgisine ulaşarak öncelikle bu bölgelere gitmek için plan yaptık. Sosyal medyada sıklıkla karşılaştığım köylere yardım taleplerinin artışı ve ilk günlerde değerli meslektaşlarımızın yoğunlukla şehir merkezlerinde olması sebebiyle öncelik olarak köyleri belirledik.
Ankara – Tarsus otoyolunda hareket etmeye başladığımızda yol alışımızı engelleyecek bir hava durumuyla karşılaşmadık. Niğde’ye yaklaşıkça rakım dolayısıyla buzlanma ve kar yağışı hızımızı engelledi. Sabah 5 sularında harekete başlamamıza rağmen yol hareketliydi; Türkiye’nin dört bir yanından gelen sivil, belediye, spor kulübü ve çeşitli firmaların araçları yol boyunca bize eşlik etti. Haritadan takip ettiğimiz trafik, Adana’ya yaklaştıkça yoğunlaşmaya başladı. Yalnızca Türkiye’den seferber olmuş insanlar değil, çeşitli ülkelerden gelen sivil yardım araçlarıyla da karşılaştım. Güzergah boyunca cenaze araçlarıyla peş peşe gitmek, beni karşılaşacağım manzaraya hazırlıyor gibiydi.
Yola çıkarken yakıta erişim konusunda sıkıntı yaşayacağımızı öngörerek her ihtimale karşı yedeklemiştik ancak alanın genişliği dolayısıyla depoyu yeniden doldurmak için benzin istasyonunda durduk. İstasyonda yüzlerce metre araç kuyruğuyla karşılaştık, bu bize yaklaşık bir buçuk saate mal oldu. Benzin istasyonun marketinde gıda ve içecek kalmamıştı, kapı girişine kadar uzanan tuvalet kuyruğunu insanlar yerde oturarak bekliyorlardı. Türkiye’ye sığınmacı olarak geldiğini öğrendiğim kalabalık bir grubun Antep’ten rotasını henüz oluşturmadıkları bir güzergaha hareket ettiklerini duydum. Akaryakıt pompacısının iki gündür 7/24 çalıştığını, bir kuru ekmek yemek için işine sadece birkaç dakika ara verdiğinde bile müşterilerin talepkâr bakışlarına maruz kaldığını gördüm. Neyse ki bu adam, bu gergin ortamın enerjisini bir nebze yumuşatacak mizaha sahipti. Arkada homurdanan şoförler, görevliyle karşılaştıklarında hoşnutsuz hava yumuşadı.
Saat 11 sularında Tarsus otobanından, Adana istikametine dönüşümüzde trafik sıkışıklığı büyük zaman kaybına yol açtı. Ambulanslar ve itfaiyeler için güvenlikli şerit oluşturuldu. Şerit öncelikli araçlar haricinde kaza yapan araçların çekilmesi için de kullanıldı. Böyle bir ihtiyacın doğması süreç içinde olağandı. Uzun mesafe yolda dikkatini kaybedenler, keskin virajlardaki ışıksız bariyerler, sürat kaynaklı kontrolü kaybedenler ve daha birçok sebep dolayısıyla sadece sabah saatlerinde 10’dan fazla trafik kazası yoldaki akışı durdurdu. Krizi fırsata çevirenler oldu. Güvenli şeritte yol kat etmeye çalışan ambulansların peşine, hasta yakını sıfatıyla takılıp emniyet birimleriyle problem yaşayan insanları fark ettim.
Sonrasında Nurdağı’na kadar böylesine bir sıkışıklık meydana gelmedi. Ancak Nurdağı’na yaklaşırken yaşanan araç trafiği korkunçtu. Korkunçtan kastım, dağ yolu üzerindeki kırılmış asfaltlarda bekleyen ağır tonajlı araçların hareket edememesi. Yük dolu araçlar, kırık tabanda kilometrelerce kuyruk oluşturdu. Görünen güneşli ve ferah havanın manzarasında depremde hasar gören bir köy ve darmaduman olmuş yem silosu gözüme çarptı. Beklenen artçılar, trafikte kontak kapatan yolcuları endişeye sürüklese de hedefinden alıkoymadı. Nurdağı istikametinde yol tek şeride düşürüldü. Dönüş yolundaki siviller, Hassa’ya dönüşün patika yoldan daha rahat olacağını söyleseler de geçiş için geç kalmıştık. Virajlı ve kırık yollarda milim milim ilerlerken, Osmaniye’den, Maraş’tan, Antep ve Urfa’dan dönen vatandaşlarla sohbet ettik. Doğrusu, durumu öğrenmek için konuşmaya gerek yoktu. Yüzlerindeki belirgin çaresizlik olan biteni konuşmadan ifade edecek kadar anlamlıydı. Sohbet ettiğimiz birbirinden bağımsız gruplardan aldığım ortak yanıt, “Elimizden geleni yaptık ama durum çok kötü”
Açıkçası yanımızda boş duran patika yolu daha önce fark etmemiş olmakla kaybettiğimiz iki saatlik zaman, sıkışık-kırık yol üstünde milim milim ilerlerken canımı çok sıktı. Sonunda İslahiye dönüşüne geldiğimizde yol bomboştu. Gerçekten, diğer bölgelere gidilen yardımla oranladığımızda buraya düşen pay gözle görünür biçimde azdı. Antep-Osmaniye yolu üzerindeki Bahçe mevkiine doğru ilerledik. Yerleşim yerlerine yaklaştıkça gördüğüm camilerin çoğunda minarelerin şerefe kısmından koptuğunu gözlemledim. Yakınına girip baktığım Topraklık Camii’nde hasarlı görünen alanlara olay yeri inceleme şeritleri çekilmişti. Esnaf işinin başında etrafı kolaçan etmeye, çocuklar caminin yanında durumun farkındalığından uzak top oynamaya devam ederken, yerel halk yabancı araçlar hakkında fısıldaşıyordu. Bu ilk aşamada bana tuhaf geldi. Hemen arkamdaki enkaz ulu orta durmasa, burada hayat olağan akışını kaybetmemiş derdim. Çünkü çıktığım yol bir Anadolu turu olsaydı beni bu fısıldaşmadan başka bir karşılama beklemezdi diye tahmin ediyorum. Daha bölgeyle yüzleşmeden karşılaştığım yarılan yollar ve toz duman binalardan sonra neşeli çocuk sesi - ki bence bu hayatın kendini yenilemesi demek - hoşuma gitti.
Muhabir arkadaşımın bana gönderdiği listede Hatay’ın Hassa ilçesine bağlı Yuvalı, Güvenç, Küreci, Eğribucak, Arpalıuşağı, Katranlık, Gülpınar, Zeytinoba köylerinin isim ve adres bilgileri vardı. İlçeye yaklaşınca yol üstünde sorduğumuz kişinin tarifiyle Sapanözü’ne girdik. Köyün hemen girişine konuşlanmış AFAD çadırları dikkatimi çekti. Tırlarla gelen yardımlar çadırların hemen yanına yığılmıştı. Köy halkı çadırların yanında ısınmaya çalışıyordu. 100 metre uzaklıktaki otobüs durağında arkadaşıyla sohbet eden amcaya burada durumun nasıl olduğunu sorduk. Bize burada vakit kaybetmeden ulaşılamayan köylere gitmemiz gerektiğini, kendilerinin şimdilik gelen yardımlarla idare edebildiklerini söyledi. Kayıplarından ötürü hepimiz adına baş sağlığı dileyip tarif ettiği Akbez’e doğru yola çıktık.
Akbez’e vardığımızda ilk defa bölgede çalışan bir iş makinesi gördüm. Köy halkıyla konuştuğumda sivil bir gönüllünün destek için geldiğini söylediler. Yıkılan taş evlerin ve köy camisinin arasından taşan su, mahalle içinde hareket etmeyi kısıtladı. İş makinesi çalışmaya devam ederek parça parça olmuş enkazı boş alanda biriktirdi. Durum Sapanözü’nde gördüğüm çadır ve üst üste yığılmış yardım malzemeleriyle aynıydı. Akbez’de destek malzemeleriyle gelen yardım otobüsünün kime ait olduğunu sorduğumda, “Bursa’dan hocamızın” cevabını aldım. Üstünde isim ya da kartvizit bulunmayan otobüste seccadeler gözüme ilişti. 25 kişinin öldüğünü ve 6 kişinin yaralandığını öğrendiğim mahallede, vatandaşlar cansız bedenleri kendi imkanlarıyla çıkardığını söylediler. Burada bir kadının yavru keçisini eliyle beslediğine şahit oldum. İç çekerek “Bu can, ölümden anlamaz, acıkır” dedi.
İhtiyaç listelerini ilettikten sonra listenin ilk sırasındaki Yuvalı Köyü’ne ulaşmak için yola koyulduk. Dağ köyü olan Yuvalı’ya girdiğimizde yaklaşık 20 insana karşılık iki çadır gördüm. Köyün girişini ve çıkışını tespit etmek için ilerlerken, Yuvalı’yı Güvenç’e bağlayan kısmın marjinal yarıklarla ve taş düşmeleriyle kapandığına tanık oldum. Güvenç’in kırık-yarık yollarından traktörleriyle hayatta kalan hayvanlarını taşıyan aile, oraya geçmenin tehlikeli olabileceğinden bahsetti. Ailenin oğlu “İzmirli bir abi ikinci gün canlı yayın açtıktan sonra buraya çadır geldi. Yukarıda enkaz altında insanlar var, çıkarılmadı. Hayvanlarımız var, çıkaramadık. Hem canımız, hem geçim kaynağımız” diyerek anlattı.
Yuvalı’ya konuşlandırılmış çadırların yanına aracımızı park ettik. Güvenç yolunun durumunu bildirmek için çektiğim videoyu yayımlarken internetten yana güçlük çektim. Ben paylaşım yapmak için uğraşırken bir köylü camı tıklattı. Ateş başına davet edip aç olup olmadığımızı sordu. Ateşin başına geçtik, ısındık. 70 yaşının üstünde olduğunu düşündüğüm bir kadın, oturak uzattı. Onca insan ayaktayken oturamadım. Dizlerimin üstüne ihtiyaçlarını not aldım. Bunları bildirmek için araca yönelirken bir kadın sırtıma dokundu. Dönüp baktığımda arkasında genç ve orta yaşlı birkaç kişinin daha beni beklediğini gördüm. Ne olduğunu sordum, “Kadını sadece kadın anlar” dedi ve beni bir köşede konuşmaya davet etti. Gözyaşını tutmak için ne kadar direndi kestiremiyorum. Daha ilk kelimeyi söyleyemeden gözlerinden yaşlar boşanıverdi. “Biz korkumuzdan aynı anda adet görmeye başladık. Tuvaletimiz yok, çocuklarımız hasta bir de salgın çıkar diye endişe ediyoruz. Arkadaki enkaz altında ihtiyacımızı gidermeye çalışıyoruz. Salgın hastalık diyorlar, sebep oluruz diye korktuk. Biliyorum daha kurtarılamayan çok insan var, hakkına girmek istemiyorum. Ama kağıda iç çamaşırı ve ped yazabilir misin?” dedi. Kağıda yazdım, bildirdim. Gönderdiğim listenin güvenirliğini sağlamak için ses ya da video kaydı almak istediğimi söylediğimde memnuniyetle kabul etti. Çekimi yapmak için kamerayı hazırladığımda, köydeki yaşayan bir grup erkek kadınların her ihtiyacının sağlandığını; söylediklerinin bir ihtiyaç olmadığını söyleyerek engel oldu. Çaresiz kabullenen o ablanın bakışına sebep olan her neyse, kabuk oluşturmayacağım. Son ana kadar gözyaşını tutan direncin, bu zihniyete yenildiğini unutmayacağım.
Köydeki insanlarla tek tek vedalaştıktan sonra istediklerinde ulaşabilmeleri adına telefon numaralarımızı bırakıp ilçe merkezine doğru yola çıktık. Akşam saat 10’u geçmişti. Hassa Merkez’de Atsay Apartmanı’na yakın bir yere park edip enkaz arama kurtarma çalışmaları hakkında bilgi almak için güvenlik amacıyla orada bulunan gönüllü askerlerin yanına gittik. Apartmanda kepçe ve vinç çalışmaya başlamıştı. Asker, yalnızca canlı olmadığı bilgisini verebileceklerini söyledi. AFAD çalışanı bölgede basın istemediğini söylediğinde zorluk çıkarmamak adına arkada bina sakinleriyle beklemeye başladık. Yanımıza gelen madenci birer sigara uzattı ve tanıştık. “Daha ilk gün bölgeye gelmek istedik. Buraya getirecek araç bulamadılar. Bir kısmımız otobüsle geldik, bu yüzden yetişemedik” diyerek sıkıntısını dile getirdi. Öğretmen olup atanamadığı için madende çalışmaya başladığını sonradan öğrendiğim adam, diğer arama kurtarma çalışmasına geçerken eşlik ettik. Birlikte üstü çökmüş ve enkazın yanına kurulmuş çadırların yanına geldik. Alandaki göçme-çökme ihtimaline karşı baretlerimizi takıp çalışmaya böyle devam ettik. 24 saatten uzun zamandır yemek yiyemediğimiz için yanımızda getirdiğimiz konserveleri yemek için dinlenmeye geçtik.
Madenci, buraya yemek geldiğini ve orada sıcak yemek yiyebileceğimizi söyleyerek bizi AFAD mutfağına götürdü. AFAD mutfağı, yaptığı bir öğün yemeğin bittiğini söyleyerek ilerideki mutfağı işaret etti. Bizi güler yüzle karşılayan 7 insanla tanıştık. AFAD gönüllüsü olduğunu düşündüğüm bu insanlarla sohbet ederken, Ankara’dan gelen sivil vatandaşlar olduğunu anladım. Bu yedi kişinin en büyükleri -babaları- ile tanıştım. Barbaros Abi, “Ankara’da esnafım, dükkanları kapattık. Ailecek 10 şehre dağıldık. Buranın göz ardı edildiğini öğrenince bizzat gelmek istedim. Sabahtan beri 10 bin tabak yemek dağıttık. Yemekten anlayan insanlar da değilizdir, iş başa düşünce yaptık.” dedi. Alandaki tuvaletlerin çok pis olduğunu gördükten sonra itfaiye çağırıp yıkattıklarını söyleyen Barbaros Abi, “Yeterli olmadı, mecburen kapattık. Yemek yapabileceğimiz tek yer burası ve hijyen sağlamak zorundayız.” dedi. Sıcak çorbasını, çayını içtik. Gerçekten lazım olabilecek her türlü malzemeyi getirmişti. Tek ailenin göstermiş olduğu bu çaba depremzedeler tarafından büyük memnuniyetle karşılandı. Arabayı onların aracının yanına çekmemizin daha güvenli olacağını, sabaha kadar yaktıkları ateşin başında dinlenebileceğimizi söyledi. Yemekten sonra çadırların yanında enkaz çalışması süren Arık Apartmanı’na doğru ilerledik. Kaçak kat çıkılan apartmanda ilk gün dışında canlı birinin çıkmadığını öğrendim. Enkazdan 14 saat sonra ailesiyle birlikte sağ çıkan Selim Gökçe, enkaz altındayken kendileri dışında üç farklı ses duyduğunu ancak sağ çıkan olmadığını söyledi. 22 dairesi olan Arık Apartmanı’ndan çıkarılan ölü bedenler hastaneye ya da morga götürülmediği için mevcudun kaç olduğunu öğrenemedim. Gelen madenci ekiplerle konuştuğumda, Ürdün’den gelen Jordan yardım ekibiyle kurulan üst-alt ilişkisinin kendilerini rahatsız ettiği için anlaşamadıklarını belirtti. Gönüllü askerler gece gündüz çalışması süren enkazda nöbet tuttu.
Gece saat 2 sularında güvenli bir alan belirleyip aracın içinde sabahı bekledik.
Elline kalemine sağlık bu ülkenin senin gibi tarafsız gerçekçi gazeteci yazarlara ihtiyacı var kalemin daim yolun açık olsun ayşem
Cesaretin için, duruşun için, meslek aşkın için; fakat en çok da o direnen gözyaşının sesi olduğun için binlerce kez teşekkürler. Yolun açık olsun arkadaşım.
Devletin bir afet durumuna karşı ne kadar hazırlıksız olduğu gözler önüne serildi. Yaşanan bu depremler can vererek çıkardığımız kaçıncı ders oldu? Daha kaç can gerekiyor konuşmak yerine tedbir almamız için...
Sevgili kardeşim, Deprem sarsar cehalet yıkar başlıklı yazını okudum ve senin güçlü ve cesur duruşun karşısında gurur duydum. Sadece Ankara'dan Hatay'a doğru yola çıkmakla kalmayıp, aynı zamanda köyleri de ziyaret ederek bölgede yaşayanların ihtiyaçlarını karşılamak için elinden gelen her şeyi yaptın. Senin ve diğer yardımseverlerin insanüstü çabaları, depremzedelerin acılarını hafifletti ve hayatlarını yeniden inşa etmelerine yardımcı oldu. Türkiye'nin dört bir yanından gelen sivil, belediye, spor kulübü ve çeşitli firmaların araçlarının yanı sıra, çeşitli ülkelerden gelen sivil yardım araçlarına da rastlamak, senin insana olan inancını tazelemiştir.
Senin gibi güçlü ve kararlı insanların olduğu için umut doluyuz. Başarılarının devamını diliyorum.
Yüreğine diline sağlık. Güzel bir yazı olmuş. keyifle okudum.